
Yahya Akengin: Bir edebiyat dergisi çıkarmayı ve yönetmeyi isterdim
Türkiye’nin en zorlu ve çalkantılı dönemlerinde yaşadınız. Hiç unutmadığınız bir-iki anekdotunuz var mı?
Tabii ki var, hem de çok. Edebiyat dünyası ile ilgili olarak mesela… Biz Hisar dergisinde yazıyorduk, Varlık dergisinde yazanlarla muhaliftik ama medenî ilişkiler henüz bozulmamıştı. Ama ideolojik kamplaşmaların tavan yaptığı bir sırada Varlık dergisinin önde gelen yazarlarından birisi şöyle diyordu: “Hisarcıların aleyhinde bile yazmayın, çünkü reklamlarını yapmış olursunuz.”
Diğer taraftan TRT’de ‘Tiyatro ve Eğlence Yayınları Müdürü” olduğumda benden önce kendilerine değer verilmeyen Devlet Tiyatrosu sanatçılarından milliyetçi tandanslı olan bazı sanatçılara görev vermeye başlamıştım. Fakat bu arkadaşlardan birine Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü “Yahya Akengin’in Kulübe oyununu sahnelemesini teklif ediyor. Bu dostumuz da ikimiz de milliyetçi olduğumuz için beni hedef yaparlar” diyerek reddediyor. Ama buna rağmen ben ona rol vermeyi sürdürmüştüm. Söz konusu kişiler rahmetli oldukları için isimlerini vermiyorum.
Şair kimliğinizin yanında; yazar, öğretmen, bürokrat ve cemiyet geçmişiniz var. Siz daha çok hangi kimliğinizle ön plana çıkmak istiyorsunuz?
Hem şair hem yazar olarak bilinmeyi öncelerim.
Aileden gelen şiir ve müzik kültürü şiir/yazı dünyanızı nasıl etkiledi?
Aileden gelen etkiler tabiatıyla gelenekli edebiyatın yansımalarıydı. Daha çok da mahalli şairler ağırlıklıydı. Ama ben edebiyat öğrenimimle birlikte mahalli boyuttan milli boyuta geçmeyi amaç edinmiştim.
Şiir dışında; tiyatro, roman, deneme, anı ve hikâye türünde eser verdiniz. Düz yazıya yönelmenizin nedeni var mı?
Hep aynı türde eser vermeye devam edersem kendi kendimi tekrara düşme riskini görüyordum. Bir kalem sahibi için bu durum hoş değildi. Ayrıca edebi türlerin birbirini takviye ederek zenginleştirdiğini düşünüp farklı türlere yönelme yolunu benimsedim.
Şiirde; Fuzuli, Karacaoğlan ve Yahya Kemal düz yazıda; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Tarık Buğra’dan etkilendiğinizi biliyoruz. Yakın dönem şair – yazarlardan kimi takip ediyorsunuz?
Yakın dönemde izlediğim ve takdir ettiğim isimler elbette var. Ama isimlendirmekten yana değilim. Çünkü yolculukları devam ediyor. Dolayısıyla isim vererek önyargılara kapı aralamak istemem.
Edebiyat çevresinin önemli kuruluşlarından; Türkiye Yazarlar Birliği, İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği, Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı’nı kurdunuz ya da kuruluşunda görev aldınız. STK’ların oluşum sürecinden kısa bahsedebilir misiniz?
Sivil toplum kuruluşları içinde yer almayı toplumun nabzını tutmak bakımından önemserim. Ancak insan zamanla kurucusu olduğu ve yönetiminde bulunduğu sivil toplum kuruluşları ile de yol ayrımına gelebiliyor. Sözünü ettiğimiz kuruluşların bazıları ile bu durumu yaşadım. Bu süreçleri anlatmak biraz uzun olacağı için bu konuyu yeri geldiğinde bir karşılıklı söyleşi şeklinde ifade etmeyi düşünebiliriz.
Yukarıda ifade ettiğimiz STK’lar dışında gerçekleştirmek isteyip de yarım kalan projeniz oldu mu?
Bir edebiyat dergisi çıkarmayı ve yönetmeyi isterdim. Mesela 1980 yılında kapanan ve halen boşluğu doldurulamayan Hisar dergisini yeniden hayata geçirmeyi hep düşünmüşümdür. Ama içinde bulunulan şartlar ve benim diğer meşguliyetlerim buna imkân vermedi.
Bayburt’ta doğup büyümüş olan Yahya Akengin, Bayburt’u ve Bayburtlu nasıl tanımlar?
Bayburt, tarihindeki fikir ve kültür derinlikleri ile her Bayburtlu için bir hazinedir. Ancak zaman zaman araya giren siyaset tarafgirlikleri bu mirasa ortak payda olarak sahiplenmeyi aksatabiliyor. Bayburt’un fikir ve edebiyat birikiminde tasavvufun önemli ağırlığı bir gerçektir. Ancak bu tasavvuf unsuru bazen sadece tarikat ve cemaat boyutlarına indirgeniyor. Oysaki bunun temelinde geniş ufuklara açılabilme potansiyeli vardır. Hür fikirli, hür vicdanlı olmaya açılabilme vardır. Sevgili memleketimizin zaman zaman bu kültürün hoşgörü yanını ihmal ettiğini düşünüyorum.
Bayburt denilince aka Dede Korkut, Bayburtlu Celali, Bayburtlu Zihni, Ağlar Baba, Hicrani Baba ve İrşadi Baba akıllara gelir. Son yıllarda halk ozanı çıkmamasının bir sebebi var mı?
Bu yalnız Bayburt için değil, Türkiye geneli için yaşanan bir sorundur. Geçmişte halk ozanlarını besleyen unsurlardan biri de sazını omuzuna koyan âşığın diyar diyar dolaşarak çiçeklerden bal toplayan arı misali bir yaşantısı olabilmeliydi. “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” misali teknolojinin yanlış kullanılması öyle bir iklime pek geçit vermiyor.
Türk Dünyası yakından takip ettiğinizi biliyoruz. Türk Dünyası’nın Türkiye’ye bakış nasıl? Türk Dünyası’nın bir araya geleceğini düşünüyor musunuz?
Türk dünyasının Türkiye’ye bakışında bizi olduğumuzdan daha güçlü, daha imkânlı görmeleri var. Bu yüzden de bazen onların hayal kırıklığı yaşamalarına yol açabiliyoruz. Türk dünyasının devlet, yönetim ve sınırlar birliği olarak değil de güçlü bir ittifak içinde bir araya gelineceğine inanıyorum.
Şiirlerinizi Kırk Yıldan Şiirler adlı kitapta topladınız. Yeni kitap çalışmanız olacak mı?
“Kırk Yıldan Şiirler” farklı zamanlarda yayınlanmış şiirlerimin çoğunluğunun bir araya gelmiş halidir. Orada yer almayan yeni şiirlerim de bir kitap hacmine ulaştı diyebilirim. Şu yayın dünyasındaki sıkışıklık aşılınca onlar da kitaplaşabilir.
Birkaç gün önce kaybettiğimiz Türk edebiyatın güçlü yazarlarından Emine Işınsu hanımefendiyle ilgili neler söylemek istersiniz?
Işınsu, yakından tanıdığım, bildiğim dost yazarlarımızdandı. Romanlarında Türkiye’nin yaşadığı çalkantılar ön plana çıkmış, bir bakıma millî diva sözcülüğü yapmıştır. Yani divasını sanatının önünde tutmuştur. Zamanla mistik eğilimlerin eserlerine yansıdığı da görülür. 1980 öncesi gençliği üzerinde etkili olmuş misyon sahibi yazarlarımızdandır. Allah rahmet eylesin.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Siz yeni nesil edebiyat yolcularının başarılarını diliyorum.