Okumaya, Düşünmeye ve Yazmaya Adanmış Bir Ömür: Durmuş Hocaoğlu’na Dair

Okumaya, Düşünmeye ve Yazmaya Adanmış Bir Ömür: Durmuş Hocaoğlu’na Dair

Durmuş Hocaoğlu’nun mahdumu Tuğrul Hocaoğlu gözünden “Okumaya, Düşünmeye ve Yazmaya Adanmış Bir Ömür: Durmuş Hocaoğlu”nu konuştuk. 

Murat Açıkgöz – Bilal Yamak

Durmuş Hocaoğlu’nun hayat hikayesini ana hatlarıyla sizden dinlemek isteriz.

Okumaya, düşünmeye ve yazmaya adanmış bir ömür. Metodik düşünme disiplinine sahip, sebep-sonuç ilişkisini sosyal ve siyasal olgularda netlikle kavrayabilen açık bir zihin. Ülkesinin dertlerini kendine dert edinmiş; düşündüklerini, eleştirilerini, çözüm önerilerini yazmaktan ve söylemekten hiç geri durmamış, düşündüğü gibi yaşamış bir güzel insan. Benim gözümde çok kısa şekliyle onun hayat hikayesi böyle. Durmuş Hocaoğlu’nun çalışma alanları nelerdi? Oldukça geniş bir çalışma ve ilgi alanına sahiptir, farklı disiplinlerden elde ettiği bilgi birikimini ve perspektif genişliğini yazılarına da yansıtmıştır. Bilim felsefesi, tarih ve siyaset felsefesi, fizik felsefesi konularında yazılar kaleme aldı. Somut siyasi ve toplumsal meseleler üzerine çokça mesai harcamış ve bu konularda verimli bir kalem olmuştur. Bu konuların başında milliyetçilik, modernite, laiklik ve Avrupa Birliği’ni saymak mümkündür. Bu saydığım dört konunun fikrî ve tarihi arkaplanlarını çok iyi irdelediği, derin çözümlemeleri olan makaleleri bulunuyor. Türkiye’de belki de üzerinde en çok konuşulan fakat önemli ölçüde yüzeysel olarak ele alınan bu konuları ele alış tarzı ve yazdıkları benzersizdir.

Durmuş Hocaoğlu neyin peşindeydi? Neyin ızdırâbını duyuyordu?

Kritik düşüncenin ve felsefenin uzun yıllar önce itibarını kaybettiği bir kültür ikliminde düşünen ve kritik eden her zihnin duyduğu ızdırabı duyuyordu. Düşünce dünyasını meşgul eden en önemli konunun yaklaşık üç asırdır devam etmekte olan batılılaşma meselemiz olduğunu düşünüyorum. Daha basit bir ifade ile söyleyecek olursak “Biz neden geri kaldık? Nasıl ilerleyebiliriz?” onun en büyük uğraş alanıydı. Burada “ileride olmak” ile “ekonomik göstergelerin yukarı yönde olması” gibi alelade bir istatistiksel anlamı kast etmiyorum; onu da kapsamakla birlikte çok daha geniş kapsamlı, belirli bir niceliksel eşik değeri aşarak ulaşılan niteliksel bir anlamı kast ediyorum. Spordan sanata, mühendislikten teknolojiye, bilimden felsefeye hemen hiç bir konuda toplumumuzun dünya milletler topluluğu içerisinde saygın bir yerde olamamasının ızdırabını duyuyordu. Elbette Türkiye alelade bir ülke değildir, fakat o istikrarı olmayan münferit başarıları yeterli görmüyordu ve koyduğu hedef yüksekti, daha doğrusu olması gereken yerdi. İlerlemenin en önemli merkezlerinden olması gereken üniversitelerimizin içinde bulunduğu durum, işini ciddiye alan her akademisyeni olduğu gibi onu da üzüyordu. Hatta bir yazısında üniversitelerimizin durumunu “bu üniversitelerin tamamını kapatsak, dünya ilmi ne kaybeder?” diye soruyordu, sanırım bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz.

Bu röportaj,  Yarın Dergisi 8. Sayı (Mart – Nisan – Mayıs 2019) tarihinde yayımlanmıştır. Röportajın tamamına Yarın Dergisinden ulaşabilirsiniz.

Share This
COMMENTS

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir